19 Kasım 2011 Cumartesi

"Kırmızı ve Siyah" Üzerine Bir İnceleme

Tahir ÜRPER


Stendhal, Kırmızı ve Siyah
Stendhal’ ın Kırmızı ve Siyah romanında baş karakter olan Julien, bir mağaraya çıkar ve orada gece geç saatlere kadar kalır. Gecenin sessizliği dinginliği onu, karanlıkta yanan bir ışığın tüm çevresini aydınlatma umuduna kaptırır. Bulunduğu dağın yüksekliğinden Fransa’nın zengin kentlerine bakması, tutkunun yolculuğuna başlama işareti ve isteğidir aslında.



Julien,başka dünyaların insanı. Tutkunun peşinden koşan, yalnız yüreğine kocaman acılar, dertler sığdırmaya uğraşan ve didinen bir deli aslında. O dönemin koşullarında herkes kendisi olabilmeli, başka biri oldun mu; senin başını alırlar. Hele hele sınıfsal farklılıkların yoğun olduğu o dönemin Fransa koşullarında yaşıyorsan.

Aşık olmak insanın elinde değildir. Ama tutkuların peşinden koşmak kişinin elindedir. Peşinden gittiğin şey seni hayal ettiğin dünyaya taşıyorsa bir sorun yoktur. Ama seni kederin en büyük dehlizine atıyorsa; işte orada aşkını, tutkularını lime lime edecek insanlar bulursun. Seni kendi dünyalarına asla sokmazlar ancak kölesi olabilirsin.Yaşama hakkını senin elinden alırlar ve bu hak onların en temel gereksinimidir de.

Julien’in büyük balo salonlarına katılıp yükselme durumu ve soyluların içine birazcıkta olsa girme şansı varken, bu şansı kullanmaz. Çünkü, onun aradığı sahte bir dünya değildir. O yüreğine koydurduğu tutkuyu aramaktadır. Gençliğin heyecanıyla mücadele etmek;bir ölümün peşinden yakılan ağıtlara yakın olmak demektir.Hele o dönemin katı sınıfsal koşullarında yaşıyorsan.

Kendini ait hissettiğin dünyada alımlı, güzel ve yüreğine sımsıcak umutlar bırakacak bir kadın yoksa; kendini bir arayışın içinde bulursun. Bu arayış seni konakların içinde yaşayan dünyalara götürür. O konaklar senin mezarını kazacaksa da kendinden emin bir şekilde, aşkına merdiven dayarsın.Bir merdiven seni, gecenin karanlığında ay ışığının solgunluğunda gururun hükmüne boyun eğmeye götürür. Merdiven, basamaklardan oluşur. En yüksek basamağa ancak karanlıkta çıkabilirsin. Orada gurur, senin geçmişin ve belirsiz tedirgin bir gelecek beklemektedir. Sen kendi tutkunun, aşkının basamaklarını çıkıyorsundur ama karşında bir ihtiras, senin için tasarlanmış bambaşka bir dünya duruyordur.

Julien, Madam de Rênal’e duyduğu aşkta zaman zaman yalpalansa da araba tekerleklerinin dövdüğü toprakların üstünden geçmesine karşı koyamaz. Yolculuğu sırasında Madam de Rênal ile yan yana oturup, derin düşüncelere dalmışlığını hatırlar. Stendhal bu buluşmayı anlatan bölümde aşağıda yazılan Shakespeare’ın dizelerini başa yazar...

“Bu aşkın baharı nasıl da benziyor
Bir nisan gününün kararsız pırıltısına;
Önce güneş bütün güzelliğini gösteriyor,
Sonra bir bulut alıp götürüyor her şeyi.”
Shakespeare

O derin düşüncelerle Paris’in konaklarına karşı dimdik durmaya çalışır. Paris’in sokaklarına ve kendi düşlerinin bahçelerine doğru yol alır.

Bu yol alış onu nemli zindanda hiç tanımadığı duyguları yaşatır ama bunu kimseye belli etmeden bu fani dünyadan göç etmeye hazırlanır.

Julien, genç yaşında tutkularıyla, hayalleriyle, hayal kırıklığıyla, aşklarıyla toprağa karışacak son saatlerinde içinden kelimeler peş peşe dizilirdi.

“Kim bilir, insanın belki öldükten sonra da bazı duyguları vardır. Ebedi istirahat derler, ben ebedi istirahat yerimin Verriêres’deki büyük dağın üstündeki mağarada olmasını isterim. Sana anlatmıştım, kaç kere o mağarada oturup, gözlerimi Fransa’nın en zengin illerinin görüntüsüne dikip daldığımda gönlümde hep yükselme tutkusu duydum. O zamanlar bende o tutku vardı… Neyse, o mağarayı severim, filozof ruhluları imrendirecek bir yer olduğu da yadsınamaz.”

Julien’in kesik başı Mathilde’nin dizleri üstünde o mağaraya götürülür. Gömülen bir gencin hayalleri, aşkı ve tutkusudur.


Bu yazı daha önce insanokur.org sitesinde de yayımlanmıştır.
http://www.insanokur.org/?p=14425

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder